26 Ocak 2014 Pazar

Kuzey Işıklarının Peşinde – I / II



Yaşamın çelişkisi ölümle sonlanmasıdır. Ve yaşamın kendisi değildir aslında hoşa giden. Yaşadığını unuttuğun anların toplamıdır hayatının zirvesi; kendiliğinden, zorlamadan, zevk alarak yaşadığın anlar. Bir kurt ulumasıdır uzaklardan gelen, ya da göğü türlü renklere boyayan kuzey ışıkları. Kızakların karda çıkarttığı hışırtıya eşlik eden sağır edici sessizliktir, ya da kızak durur durmaz bunu sorgulayan köpeklerin çığlıkları…

“Sonsuz karanlık, ateş ve buz” diye tanımlar Dante cehennemi. Oysa kısa ve karanlık günler, ateş başı sohbetleri ve dondurucu soğuk hayatın ta kendisidir burada. Hayatta kalmak için uyum sağlamaktan fazlasıdır yaşam. Yaşadığını unutmak, rüyada gibi yaşamaktır Laponya…


Aptalca soru yoktur; sorulmayan sorular yüzünden yapılan aptalca hatalar vardır” diye söze giriyor Petri. Isınması için çalışır vaziyette bıraktığımız kar motorlarının önünde Petri’yi dinlerken açıkta kalan tek yerim olan gözlerimin ve burnumun donduğunu hissediyorum. Hava -17°C ve hafif kar yağışı var ama Laponya koşullarında hayatta kalabilmek için üstüm çok sıkı: termal içlikler, iki kat yün çorap, kargo pantolon, yün kazak, kafamda balaklava, ellerimde iki kat eldiven, hepsinin üzerine giydiğim bir kar tulumu, içi kürklü botlar ve kafamda kürklü şapka. Zaten çok soğuk olan havaya ek olarak bir de kar motorlarıyla dolaşıp rüzgâra maruz kalınacağı için çok sıkı giyinmek gerekiyor.

Laponya'da bulutlu bir gün // Burak Doğansoysal (c)
Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0

Petri işini çok ciddi yapan bir rehber. Her sabah mutlaka güvenlik brifingi verip kar motoru tekniklerinin üzerinden geçiyor. Üçüncüye dinlediğim yarım saatlik eğitimin sonunda motorlara binebileceğimiz talimatı verilince büyük bir heyecan ve hevesle motoruma biniyorum. Vücudumun geri kalanı için pek faydası olmasa da motorun gidonu ısıtmalı ve en azından ellerimin donmasına mani oluyor. Her sabah olduğu gibi Petri öncelikle geniş ve dümdüz olan anayola çıkıp en önde yavaşça gidiyor. Az önce eğitim alanların motorlara alışması, diğer motorlarla haberleştikleri el işaretlerini pekiştirmesi yaklaşık 15 dakika alıyor ve Petri herkesin motorlara hâkim olduğuna ikna olunca dar bir orman yoluna girip tempoyu biraz arttırıyor. Kör edici beyazlık, devasa çam ağaçları ve muhteşem manzaralar eşliğinde seyrederken rüzgârın da etkisiyle içime işleyen soğuk üşütmek yerine adeta dinginlik veriyor. Hava o kadar temiz ve taze ki içime çektiğim her nefeste ciğerlerim yanıyor.

Yaklaşık bir saatin sonunda Petri herkesin motorlara alıştığına ikna olmuş olmalı ki çok dar, hafif engebeli bir patikaya giriyor ve hızı biraz arttırıyor. İşte şimdi gerçekten adrenalin pompalamaya başlıyor vücudum. Sağlı sollu sık ağaçların olduğu dar bir patikada hızla giderken karşımıza çıkan tümseklerde kızaklar yerden kesiliyor, midemde kelebekler dolaşıyormuş hissi çok kısa sürse de yüzümü güldürüp içimde daha hızlı gitme isteği uyandırıyor.

Kar motorlarıyla gezi // Burak Doğansoysal (c)
Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0

Yüksek bir tempo yakalamış, yarıştaymışçasına dolaşırken Petri dur işareti yaparak yavaşlamaya başlıyor. Sırayla herkes arkasındakine dur işaretini gösteriyor ve kısa süre içerisinde sekiz motorluk grubumuz tamamen duruyor. Eliyle işaret ederek, takip ettiğimiz patikada yaklaşık 25 metre ileriyi gösteriyor Petri; beş bireylik bir ren geyiği grubu ağaçların arasında en sevdikleri yiyecek olan likenlerle besleniyor. Laponya’da ren geyiği hayatın her alanında çok önemli bir yer teşkil ediyor; ızgaradan yahniye her türlü geyik eti yemeği pişiriliyor, kürkünden kıyafet ve battaniye yapılıyor, kızaklara koşularak gücünden istifade ediliyor, boynuzundan çeşitli el aletleri ve ev eşyaları yapılıyor. Laponya’nın hemen her yerinde ren geyiği yetiştirilen çiftlikler olsa da ormanda o anda gördüklerimiz gibi yabani ren geyiklerine rastlamak her zaman mümkün. Beslenen geyikleri ürkütmeden bir süre seyrediyoruz ve hayvanlar ormanın derinliklerinde kaybolunca yolumuza devam ediyoruz.

Çiftlikte ren geyiği seven turistler // Burak Doğansoysal (c)
Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0

Kar motorları ile gezmek o kadar keyifli ki kimsenin durmaya niyeti yok. Ancak öğlen oluyor ve bir şeyler atıştırmamız gerek. Daracık bir patikadan yokuş yukarı seyrediyoruz ve bir süre sonra patika motorlarla geçemeyeceğimiz kadar daralıyor. Petri “dur” işareti yapınca herkes duruyor. Motorları durdurup kasklarımızı çıkartıyoruz ve motorlardan iniyoruz; yola yürüyerek devam edeceğiz. Kış aylarında kuzey kutup bölgesinde yer alan Laponya’da günler çok kısa ve genelde güneş yüzünü pek göstermiyor. İçine daldığımız orman ise ağaç yoğunluğu yüzünden adeta gece gibi. Yokuş yukarı patikadan tek sıra yürürken sadece botlarımızın karda çıkarttığı gıcırtı ve nefesimizin sesini duyuyoruz. Dondurucu soğuk ve hareketi kısıtlayan kat kat kıyafete rağmen içimde sonsuz bir huzur hissediyorum.

Yoğun karda kolay yürümeyi sağlayan hedik // Burak Doğansoysal (c)
Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0

Tertemiz ve taptaze havayı ciğerlerimize doldurarak yürüyoruz ve ufacık ahşap bir kulübeye geldiğimizde duruyoruz. Devlet tarafından yapılmış ancak halk tarafından sahip çıkılan ve kapısında kilit olmayan bu tarz kulübeler Laponya’da çok yaygın. Yürüyüş, kayak ve kar motoru parkurlarının belirli yerlerine yapılmış bu kulübelerde ateş yakılması için odun her daim mevcut. Ancak bu odunu devlet koymuyor. Koşulları son derece çetin olan Laponya’da kaybolan, sakatlanan veya çok üşüyerek bu kulübelere sığınacak ziyaretçiler düşünülerek, kendisinden sonra gelecek kişi odun bulacak durumda olmayabilir mantığıyla kulübeyi son kullanan kişi bırakıyor bu odunları. Petri içerideki odunlar ile ateş yakıyor, bacası hariç açık hiç bir yeri olmayan kulübe ısınırken yanında getirdiği çaydanlığa suyu doldurup kaynamaya bırakıyor.

Ahşap kulübe // Burak Doğansoysal (c)
Canon SX200 IS

Öğle yemeği menüsü çok zengin: Peynirli ve Finlandiya’ya özgü sucuklu sandviç, sıcak çikolata, çay ve kahve, çok tüketildiği için “Finlandiyalıların sebzesidir” diye esprisi yapılan sosis ve içeceğimize bandırarak yiyeceğimiz kıtır bir tatlı. İçeceklerimizi seçiyoruz, sandviçimizi ısınması için ateşin üzerindeki ızgaraya bırakıyoruz, çakıyla sivrilttiğimiz dal parçalarına sosislerimizi takıyoruz ve buz gibi Laponya’nın ortasında, ufak ama sıcacık bir kulübede bize ziyafet gibi gelen, aslında son derece basit öğle yemeğimizi yiyoruz.

Kulübede ateş başı keyfi // Burak Doğansoysal (c)
Canon SX200 IS

Yemeğin ardından biraz daha ısındıktan sonra civardan odun topluyoruz, kulübeyi bulduğumuz gibi bırakıp kapısını kapatıyoruz ve motorlarımızı bıraktığımız yere yokuş aşağı yürüyoruz. Kış aylarında günde sadece 3,5 – 4 saat güneş yüzü görebilen Laponya’da biz içerideyken hava tamamen kararmış. Ancak her yeri kaplayan karın sebep olduğu yansıma sayesinde etraf normalden biraz daha aydınlık.

Motorlarımıza ulaştıktan sonra kasklarımızı takıp Petri’ye hazırız sinyalini verip yola koyuluyoruz. Artık herkes motorlara son derece hâkim ve zor parkurlardan çok daha rahat ve hızlı geçerek dönüş yoluna koyuluyoruz. Son derece zevkli ve tempolu dönüş yolculuğunun ardından ziyaretçi merkezine geldiğimizde sıcacık bir bardak çay sipariş edip, üstümdeki katmanlardan birkaçını çıkartarak şömine başında günün yorgunluğunu atmaya çalışıyorum. Çayımı yudumladıktan sonra şöminenin sıcaklığı ve odunların hipnotize eden çıtırtısı eşliğinde göz kapaklarım ağırlaşıyor.


Jack London romanlarında tasvir edilen bir sahnedeyim. Çadırıma birkaç metre uzakta yanan ateş, yanı başımda da yemeklerini yiyip arada birbirleriyle didişen köpekler. Köpeklerin çektiği kızağım bir köşede, taşıdığım yükler ise kızağın üzerinde duruyor. Yatmadan önce ısınmak için ateş başında çayımı yudumlarken birden gök alev alıyor; ama bu alev yeşil. Titriyor, dans ediyor, parlıyor, sönüyor yeşil alevler. Uyanıkken görülen bir rüya gibi büyülüyor beni kuzey ışıkları. Elbette bilimsel (*) bir açıklaması var kuzey ışıklarının. Ancak o anın büyüsüyle Fin mitolojisindeki açıklama daha akla yatkın geliyor. Evet; bu inanılması güç ve etkileyici manzaraya gökyüzünde dolaşırken kuyruğunu yıldızlara süren büyülü bir tilki sebep oluyor olabilir.


Kuzey ışıklarının dansına dalıp gitmişken bir el sarsıyor omzumu. Şömine başında ne kadar uyukladım bilmiyorum ama Petri beni uyandırıp yemeğin hazır olduğunu haber veriyor. Gördüğüm rüyanın etkisinden sıyrılmam birkaç dakikamı alıyor ve sonrasında yemek salonuna gidiyorum. Üç çeşit ev yapımı ekmek, ringa balığı filetosu ve tatlı salatalık turşusu eşliğinde ren geyiği eti, soğan ve patatesle yapılan yerel lezzet “Porokiusaus” yedikten sonra erkenden ahşap kulübeme çekiliyorum. Dışarısı zifiri karanlık, kulübemin içi sıcacık, banyonun yanındaki sauna ise tüm yorgunluğumu almak istercesine alev alev yanıyor. Konakladığım tesiste alarm sistemi var ve kuzey ışıkları görülürse derhal çanları çalıp alarm vereceklerini biliyorum. Sıcak bir sauna keyfinin ardından kuzey ışıkları hayali ve yarın köpeklerin çektiği kızakla yapacağım gezinin heyecanıyla uykuya dalıyorum…

Kızakları çeken "husky" cinsi köpek // Burak Doğansoysal (c)
Canon 5d MkII + Canon 24-105mm f4.0


(*) Kuzey Işıkları  (Aurora borealis): Güneşten kopan elektrik yüklü parçacıkların dünyanın atmosferine girerken manyetik alan yüzünden kutuplara yönelmesi ve atmosferdeki nitrojen ve oksijen molekülleriyle çarpışması sonucu gökyüzünde oluşan büyüleyici bir ışık gösterisi...

1 yorum:

  1. vay anasını, mutlaka gidilmesi gereken bir yer gibi görünüyor. kuzey ışıklarının fotoğrafını çektin mi?

    YanıtlaSil